Patmos'ta sıradan bir güne başlamıştık,sanki Patmosluymuşuz gibi..Kahvaltımızı ettik.Biz annemle yüzmek için plaja giderken,Nihan ve Babür'de çıkış işlemlerini halletmek için Port Police ile görüşmeye gittiler ki,kendileri ömrümde gördüğüm en gıcık insanlardı.Sağolsunlar,giriş işlemleri için gittiğimizde damgaları yepyeni pasaportun orta sayfasına bastılar...
Denizde hoş beş yaparken,İsviçre işlemleri için görüştüğüm acentadan bir hafta içinde tüm evrakları halletmem gerektiğini bildiren bir mail geldi.(Bu da ayrı bir macera,belki onunla ilgili bir blog daha açarım,sevdim ben bu işi:))Ne yapsam bilemedim, dondum kaldım.Belli ki denizin ortasından hiç bir şey halledemeyecektim,bir yandanda şahsi hedefim dillere destan Santorini'yi görme şansını kaçırmak istemiyordum.Yaratıcı çözüm babamdan geldi.Yolda yürürken,herşeye dikkat eder ve bilir,13:30da feribot olduğunu görmüş.Üstümde hala bikinilerle koşturdum tekneye,eşyalarımı topladım.Sonra, adada arada bul Nihan'ları ,pasaportum onlarda.Biletimi aldım.15 dakika içinde oldu tüm bunlar,bir baktım katamaran ile Türkiye'ye dönüyorum...
Yaklaşık iki haftadır denizdeydik,sanki yıllar geçmiş gibi..Rüzgar,dalga boğuşurken günler süren yoldan sonra iki saatte Kos'taydım.Yelken büyük keyif,hele rüzgar güzelse..Teknenin yatışı,o sessizlikte süzülür gibi gidişimiz,yüzüne çarpan,saçlarını okşayan rüzgar..Motor gücüde güzelmiş vesselam.Yelkenle seyahat ederken sinir olurdum arkalarında bıraktıkları dalgalara ama bu sefer biz katamaranla uça uça giderken,dalgalarımızla sallanan yelkenlileri izlemekte keyifliydi:)
Böylece vardım güzel ülkeme..Ben giderken ailemde Mykonos'a doğru yola çıkacaktı.Rota sorumlusu Babür"Patmos-Mykonos arası uzun,oradaki bir pasajda hava sertmiş,belki bir adaya sığınırız" demişti.Ne yaptılar merak ediyorum,arıyorum arıyorum açmıyorlar.Hadi dedim,telefon çekmiyor.Böylece akşam oldu..Arıyorum,yok!İyi düşün,olumlu ol diyorum kendi kendime fakat kalbim gümbür gümbür..Zaten bir tek benim ve babamın telefonunu açtırmıştık yurtdışına,önemli işi olan bizden ulaşır diye,arayabileceğim bir tek babam var.Sabaha kadar aradım,bir yerlerden internete girerler diye hepsine mesaj döşendim..Babamın dandirik telefonu çekmiyordur diye aradım hattımızın müşteri hizmetlerini,annemin telefonunu yurtdışına açtırdım.Ona da ulaşılamıyor..Ertesi sabah oldu..
Hadi dedim yine,kuruntulu bir kontrol manyağısın,bak gör bugün arayacaklar.Öğlen oldu,kimse aramadı.Delirdim!"Koca insansınız,insan şarjına bir bakmaz mı,hadi siz iyisiniz belki ben öldüm kaldım yollarda insan merak etmez mii!"Sayıyorum içimden..Bizim sahil güvenliği aradım.Çok kibar bir beyefendi endişelenmememi,kötü bir olay olsaydı mutlaka duymuş olacaklarını fakat resmi olarak kendilerinin o kara sularına karışamadıklarını söyledi.Girdim nete,Mykonos Port Police numarasını buldum.İngilizce konuşamayan,afedersiniz öküzün biri açtı telefonu."Oraya varmış mı Avanti diye bir tekne,kontrol eder misiniz?" dedim,"marinayı ara"dedi,suratıma kapadı amcam.Ais kontrol sitesini açtım,o civardaki teknelere bakıp netten numaralarını bulabilirmiyim diye bakıyorum,saçmasapan çabalar..
Marina numaralarına baktım netten,yok.Bu arada,bir yere bağlanmış keyif yaparken beni unutmuşta olabilirler ama başlarına bir şey gelmişte olabilir,emin değilim ki..Yani,o anda sadece onları sağsağlim bulmak istiyorum ki,beni aramadıkları için kendim ellerimle zarar vereyim..!
Leros'ta ki o kötü yangına şahit olduğumuzda Nihan Turksail.com diye bir siteden bahsetmişti.Nihan belki bahsetmek isterler diye site yetkilisi Serdar Bey'e olayı haber verdiğinde,Serdar Bey hem kibar ve ivedi bir şekilde geribildirim yapmış,hem de Nihan'ın yazısından başarılı bir haber oluşturmuştu.Nihan'da mutlu olmuş,anlatmıştı bana.Aklıma o geldi.Bu arada saat gece 11:00 civarı...Girdim siteye,mail atıp durumu anlattım.Serdar Bey sağolsun,hemen cevap yazdı"endişelenmeyin,elimizden geldiği kadar yardımcı oluruz"diye..
Bütün gece uyuyamadım,artık üçüncü gün oluyor kesin kötü bir şey var diye..Sabah 10:00,telefonum çalıyor.Babür!"İlk önce rahatla ve endişelenme,Amorgos yakınlarında bir adaya sığındık.Burada yerleşim yok,sadece keçiler var.Telefon çeksin diye kayalara tırmandık"dedi.Rüzgar sert olduğu için rota tamamen değişmiş.Tabii yerleşim yoksa teknolojide yok..Hava durumunu kontrol edermisin ona göre yola çıkalım diyorlar..Saydım,sövdüm,konuştuk..Sırtımdan öyle bir yük kalktı ki..Bende haberleri verdim tabii,herkese kaybolduğunuzu söyledim artık ünlüsünüz diye:)Kapadığım anda Serdar Bey aradı,dostlarımızdan haber var mı diye soruyor..Ona da özetledim durumu..Tamamen çaresiz hissediyordum,benim resmi makamlarla hiç işim olmaz ki genelde,ne yapacağımı bile bilemedim.Allahtan turksail.com aklıma geldi.En azından deneyimli,danışabileceğim birileri,Hızır gibi:)
Akşam oldu,annemin telefonundan Nihan arıyor.Telefon çeksin diye çıkmış tepeye.."Burada hiç bir şey yok,yatıp kitap okuyoruz.Babür keçilere bakıp,ateşte çevirsek hayalleri kuruyor.Rüzgardan kaçan başka küçük teknelerde geldi.Buralarda avlanan balıkçılarla arkadaşlık kurduk,bize symi karidesi verdiler akşam onu yiyeceğiz.Suyumuz bitmesin diye bulaşıkları deniz suyunda yıkayacağız"dedi.Teknenin radarı fırtınada uçup gitmiş bu arada,hey Allahım!Neyse,en azından haber vermezlerse başlarına gelecekleri öğrendiler,sık sık ararlar artık..
Böylece bu hikaye mutlu sonla bitti dostlar,bitmeseydi ballandıra ballandıra anlatamazdım zaten..Ama alınacak ders çok.Bir kere herkes Ais taktırsın teknesine,delirtmeyin insanı!İkincisi,istediğiniz kadar deneyimli,bilgili olun yola çıkmadan araştırın iyice,karadan birileri ile de iletişim kurun sürekli.Bugün haber vermeseler,daha yeni harekete geçilecekti.Düşünün üçüncü gün!Ki,arada bir sürü protokol vs..Allah korusun!
Avanti'nin macerası devam ediyor,inşallah bu yolculuk güzel anılarla devam eder..Bana gelince, plana göre uçakla Atina'ya geçip orada buluşacaktım sevdiceklerimle,böylece Santorini'mi görecektim dönüş yolunda..Fakat vize başvurumu hemen yapmak için pasaportumu yollamak zorundaymışım.Pasaportsuz gidemeyeceğime göre,gerisi kader..
Denizci selamıymış,bunu söylemeden geçeni döverlermiş dediler; Allah selamet versin,hepimize..!
Avanti-Teknolojik Seyir Defteri
33 feet bir tekne..5 kişi..Yelkenler fora!Yunan adalarını geziyoruz..Maceralarımızı takip edin:)
11 Temmuz 2013 Perşembe
6 Temmuz 2013 Cumartesi
Fotia! Alargada yangın!
Bu sabah,teknede dinlenirken annemin 'Aaaa!Tekne yanıyor!' demesiyle ayaklandık.Alargada bekleyen bir tekne maalesef alev almıştı.Hem kuvvetli esen rüzgar,hemde teknenin ahşap olması sebebi ile koca tekne gözümüzün önünde yandı..
Marinadaki diğer teknelerden alevleri fark eden insanlar, hemen yangın söndürme tüplerini alıp,botlarını alıp yardıma gittiler fakat yaklaşamadılar.Bu arada tekneden patlamalar duyuluyordu.
Helenistic Coast Guardlar(Sahil güvenlik) müdahelede geç kaldı ve sanırım bu konuda deneyimsizlerdi ki ne yapsalar yetersiz kaldı.
Koca tekne 20 dakikada yandı,kül oldu..Olayın acısını yüreklerinde yaşayan deniz sevdalıları gözyaşlarını tutamadı..Bende bir yandan gerekirse kanıt olsun diye fotograf çekerken,bir yandan da sönmesi için dua ediyordum ki,yelken direklerinin ağırlıksızmışcasına denize devrilmesiyle ağlamaya başladım...
Sonradan öğrendik ki,talihsiz teknenin sahibi bize Kalymnos/Vathy girişinde yardım eden Norveçli amca ve eşiymiş..Vathy'nin kıyıları çok sığ dolayısıyla bağlanmak zor oluyor.60 küsur yaşlarındaki bu deneyimli amcada,hiç üşenmeden her gelen teknenin yardımına koşuyordu..
Vathi'de yürüyüş yaparken,güzelim ahşap teknelerini görüp hayran kalmıştık hatta..Norveç nereee,bura nere diye muhabbet ederkende, 12 senedir teknelerinde yaşayıp denizlerde dolaştıklarını söylemişlerdi..
Yangın büyük ihtimalle güneş paneli ve rüzgar gülünün aynı anda çalışıp,fazla elektirik üretmesinden çıkmış...Zaten bir ahşap bir tekne bu şekilde yanarsa,bırakacakmışsın ki yansın..Bu tarz yangınlar söndürülemezmiş..
Yangın çıktığı sırada,diğer marinada kalan arkadaşlarını ziyaret etmek için botla karaya çıkmış olan Norveçli aile sadece üstlerindekiler ve ellerinde ki minik çantayla 12 senelik evlerinin yanışını çaresizce izlediler...
Ertesi sabah marinanın ilan panosuna bir duyuru asılmıştı."Yangın mağdurlarına yardımcı olmak için eşya vermek isterseniz,ofisteki yeşil bavula bırakabilirsiniz"
Adamcağızda sigorta işlemlerini başlatmak için,kanıt amacıyla çekilmiş fotografları toplamaya çalışıyordu..
Neye yarar...Unutulmayacak güzel,yeşil,sevimli C'EST LA VIE(Hayat budur)...
Marinadaki diğer teknelerden alevleri fark eden insanlar, hemen yangın söndürme tüplerini alıp,botlarını alıp yardıma gittiler fakat yaklaşamadılar.Bu arada tekneden patlamalar duyuluyordu.
Helenistic Coast Guardlar(Sahil güvenlik) müdahelede geç kaldı ve sanırım bu konuda deneyimsizlerdi ki ne yapsalar yetersiz kaldı.
Koca tekne 20 dakikada yandı,kül oldu..Olayın acısını yüreklerinde yaşayan deniz sevdalıları gözyaşlarını tutamadı..Bende bir yandan gerekirse kanıt olsun diye fotograf çekerken,bir yandan da sönmesi için dua ediyordum ki,yelken direklerinin ağırlıksızmışcasına denize devrilmesiyle ağlamaya başladım...
Sonradan öğrendik ki,talihsiz teknenin sahibi bize Kalymnos/Vathy girişinde yardım eden Norveçli amca ve eşiymiş..Vathy'nin kıyıları çok sığ dolayısıyla bağlanmak zor oluyor.60 küsur yaşlarındaki bu deneyimli amcada,hiç üşenmeden her gelen teknenin yardımına koşuyordu..
Vathi'de yürüyüş yaparken,güzelim ahşap teknelerini görüp hayran kalmıştık hatta..Norveç nereee,bura nere diye muhabbet ederkende, 12 senedir teknelerinde yaşayıp denizlerde dolaştıklarını söylemişlerdi..
Yangın büyük ihtimalle güneş paneli ve rüzgar gülünün aynı anda çalışıp,fazla elektirik üretmesinden çıkmış...Zaten bir ahşap bir tekne bu şekilde yanarsa,bırakacakmışsın ki yansın..Bu tarz yangınlar söndürülemezmiş..
Yangın çıktığı sırada,diğer marinada kalan arkadaşlarını ziyaret etmek için botla karaya çıkmış olan Norveçli aile sadece üstlerindekiler ve ellerinde ki minik çantayla 12 senelik evlerinin yanışını çaresizce izlediler...
Ertesi sabah marinanın ilan panosuna bir duyuru asılmıştı."Yangın mağdurlarına yardımcı olmak için eşya vermek isterseniz,ofisteki yeşil bavula bırakabilirsiniz"
Adamcağızda sigorta işlemlerini başlatmak için,kanıt amacıyla çekilmiş fotografları toplamaya çalışıyordu..
Neye yarar...Unutulmayacak güzel,yeşil,sevimli C'EST LA VIE(Hayat budur)...
Nisos Leros(Leros Adası)
Kalymnos'ta geçirdiğimiz güzel günleri,son gecemizde çok eğlenerek noktaladık.Daha önce lezzetli yemekler yediğimiz sahildeki Manias Taverna'da tanıştığımız,restoranın sahibinin oğlu Michaelis ve arkadaşlarıylaydık o gece.Şişelerce lezzetli Ambelisyus şarabı eşliğinde,saatlerce muhabbet ederek karşıladık sabahı.Ertesi sabah rüzgarın orsadan geleceğini bile bile Leros'a doğru yola çıktık.
Her çıkışın bir inişi var tabii...Dün gece içtiğimiz soğuk şaraplar,orsadan gelen rüzgar ve kocaman dalgalar sabah bizi mahvetti.Detaya girmiyorum,özellikle Babür ve benim için bitmek bilmedi o üç saat..En son başüstünde kendimden geçmişim,gözümü açtığımda Leros Marina'daydık:)
Leros marina ile ilgili detayları Nihan'ın blogunda bulabilirsiniz,(http://avantininseyirdefteri.blogspot.gr/ ) ben hiç beğenmedim.Tuvaletler uzak,yerleşime uzak..Zaten su,elektirik ve Babür'le benim son nefesimizi huzurla vermemiz için girmiştik aslında:)Bir gün kalıp hemen karşı tarafındaki Lakki Marina'ya geçtik.Girdiğimiz her marinada, tekne boyutu gibi kendi belirledikleri standartlara göre bir fiyat ödüyoruz tabii..Kıyaslayınca Lakki Marina'yı daha çok beğendik,hem daha ucuz hemde daha pratik...
Vakit kaybetmeden,hemen araba kiralama faslına geçtik.Bu sefer arabamız Hyundai i10,£25du.Babamlar araba kiralayana kadar,hemen açtım haritaları,kitapları ve ada içi rotamızı belirledim.Bu sefer elimizde Leros belediyesinin verdiği kitapçıkta vardı.Belki de ondan,aradığımız her yeri bulduk bu sefer:)
Leros,Artemis'in adası olarak geçiyor.Zamanında bir tanrıça'ya tapınmış olan yerliler,hala evlerini kadınların üstüne yapıyorlarmış.Adada dikkat çeken diğer bir unsur da,1912 İtalyan-Türk savaşından itibaren 30 küsur sene İtalyan işgalinde kalmış olması.Bu yüzden bir zamanlar Mussolini'nin yazlık ikametgahı olarak kullanılmış binada dahil olmak üzere, silindirik cepheleri ve devasa dikdörtgen pencereleri, kapıları ile göze çarpan bir çok art deco tarzı bina var etrafta...Küçük bir detay;eski merkez olarak geçen ve bizimde bağlı bulunduğumuz liman olan Lakki,Akdeniz'in en büyük doğal limanıymış.
Adanın solundan başlıyoruz keşfe,ilk hedefimiz Gourna Koyu ve Ag.İsidoros kilisesi...Kıyıya yakın bir adanın üstünde konumlandırılmış bu minik kiliseye,dar bir beton yoldan yürüyerek geçiyorsunuz,içi bildiğiniz kilise..
-Ag.Isidorus-
Sonra adanın kuzey ucu Partheni'ye devam ediyoruz..Adanın küçük ve denize sıfır havalimanı burada yer alıyor.Herhalde bir zamanlar muhteşem olan Artemis Tapınağı da burada fakat geriye pek az şey kalmış.Bu arada adaya haritadan baktığınızda kocaman bir ada gibi ama aslında, yerleşim bölgeleri birbirine çok yakın.5-10 dakika'da bir bölgeden diğerine geçebiliyorsunuz.
Ana yol adayı çerçevelemiyor,aynı yoldan geri dönerek adanın şu andaki merkezi olan Platanos,Pentelli'ye varıyoruz.Platanos'un yüksek tepesinde,görkemli Leros Kalesi(Bakire Meryem Kalesi'de deniyor)yer alıyor.Kale, aşağıdan muhteşem gözüküyor fakat ulaşmanın tek yolu merdivenler gibi..Hayatta o merdivenleri çıkmam derken, Kastro işaretlerini takip ederek yanına kadar giriyoruz.11.ci yy'da Bizans imparatoru Komninos tarafından inşaa ettirilen kale sonradan Rhodos şövalyeleri tarafından yenileniyor.Kalenin içerisinde ,Kalenin Meryem Anası kilisesi yer alıyor.Kilisede İsa'nın göğe yükselişi,doğumu,Meryem ana gibi bir çok muhteşem ikona var.Turizm rehberliği mezunu olarak,ikonaları Nihan'a açıklarken içimden övünüyorum kendi kendime :)
-Kaleden manzara-
-Kalenin Meryem Anası Kilisesinden ikonalar-
Platonos, Agia Marina ve Panteli bir birine inanılmaz yakın.Nerenin neresi olduğunu muhteşem hafızama rağmen söyleyemiyorum maalesef:)Bu arada yerleşim bölgeleri haritada başka,işaret tabelalarında başka geçebiliyor.Bir- iki harf oynasada, zorlayıcı bir durum.Bunun sebebi; çoğu işaretin eski oluşuymuş.Mesela haritada Pandeli,kitapçıkta Panteli,tabela da ise Pentelli geçiyor.Yine de bu üç bölge adanın en güzel yerleri,görmeden gitmeyin..Plaja sıralanmış sevimli restoranlar,kafeler ve Leros'un yerel tatlılarını ve ev yapımı şaraplarını satan Sweet Leros dükkanıda burada.Akşam yemeğini burada yemeğe karar veriyoruz fakat turumuzu tamamlamak için adanın güney ucu Xirocambos'a devam ediyoruz..
-Sweet Leros Tatlıcısı'nın tabelası-
-Agia Marina'da yürüyüş-
Xirocambos Kalymnos'a en yakın uç,feribotlarda buradan kalkıyor.Şehir içine otobüslerle ulaşabiliyorsunuz..Görecek fazla şey yok ama görmezsek meraktan ölürüz,turumuzu tamamlamış olmanın verdiği huzur içerisinde Pentelli'ye dönüyoruz..
-Solda merkez Platonos,sağda konakladığımız Lakki limanı-
Pentelli'de gözümüze hoş gelen bir restoran seçiyoruz.Diğer adalardada yerlilerle konuştuğumuz zaman, Yunanistan'da yerel bir kanalda yayınlanan türk dizilerini çok sevdiklerini söylemişlerdi.Bu restorandakilerde 'Fatmagül'ün suçu ne' hayranı çıkıyor..Dizi burada yaz tatili için ara vermiş,sonunu çok merak ediyorlamış.İnanılmaz tatlı bir adam olan restoran sahibi bize kiralık stüdyolarindan birisini ücretsiz vermeyi,karşılığında da internetten onunla birlikte Fatmagül izleyip çeviri yapmamızı istiyor:)
Bölgede çeşitli yerel lezzetler var.Acayip tuzlu olan ve sadece yemeklerde kullanılan Mytzithra peyniri ya da tuzlu uskumru ve sardalya gibi...Eskiden yerliler satamadıkları balıkları bozulmadan tutmanın bir yolunu aramışlar. Buzdolabı gibi modern eşyalar henüz keşfedilmemiş olduğundan balıkları tuzda pişirme tekniklerini geliştirmişler.Leros'lular tuzda uskumru'nun(Salted Spanish Mackerel) en iyi ouzo mezesi olduğunu söylüyorlar.Bizde menüde mackerel görünce, hemen sipariş verdik tabii!£4,5ya küçücük tabakta bir tane uskumru geldi.Meze olduğu için bu şekilde servis edilirmiş ama gerçekten çok lezzetliydi...
-Kale yolunda eski yeldeğirmenleri-
Leros serin rüzgarlar esen bir ada.Yemek yerken üşüyünce,arabadan üstümüze örtünecek bir şeyler almaya gittik Nihan'la.Yolda bir çift bizi durdurup, ingilizce olarak şehrin merkezi nerede gibi sorular sordular.Bizde anlatmaya çalışıyoruz ama yer isimleri birbirine çok benziyor..Adanın kuzeyi Partheni,doğusu Parteli..Baktım karışıyor,konuşma arasında Nihan'a dönüp yarı türkçe yarı ingilizce 'Map getirsene arabadan' dememle,kadın 'Aaa!Türk müsünüz?' dedi, sonrasında gülmekten konuşamadık zaten.Koca adada Türkler birbirini bul,sanki biz adanın yerlisiymişiz gibi bize yol sor,bir de çat pat ingilizce anlaşmaya çalışalım...Gecenin olayı bu oldu zaten :)
Ertesi gün görmediğimiz bir tek meşhur savaş müzesi(War Museum,Tunnel of Merikia)kalmıştı.Çok ilginç olan bu tüneli, görmeden adadan ayrılmadığımız için çok memnun kaldık.Oldukça uzun olan tünellerin sadece bir kısmı gezmek için ayrılmış olsada,enterasan olan hala sapasağlam olması.O zamandan bu zamana hiç yenileme ihtiyacı duymamışlar...Tüneller Alman'lar 12 adayı ele geçirmeye çalışırken,İtalyanlar tarafından inşaa edilmiş.Savaşın en yoğun bölgesi Leros'muş.Bombardıman aralıksız üç gün sürmüş ve Nazilerin kazanması ile sona ermiş.Savaş sırasında merkez olarak Panteli limanını kullanıldığı için,malzemeleri sağlama almak için tünelleri adanın diğer tarafına inşaa etmişler.Bugün, tüneller başarılı bir müzeye dönüştürülmüş.İçinde savaştan kalan bir sürü eşya sergileniyor.Turunuz sona erdiğinde de küçük bir odada oturup , savaşla ilgili bir belgesel izleyebiliyorsunuz...
-Tünelden bir kare-
-Sergide bulduğumuz,üstünde türkçe yazılar olan bir pusula-
Bu yazıları o kadar emek verip yazıyoruz,kim okuyor bilinmez..Biz rotamızı çizerken internet ve kitaplardan faydalandık tabii ki ama istediğimiz gibi detaylı bilgiler bulamadık..Umarız,ister bilgilenmek amaçlı, ister bizim gibi buraları ziyaret amaçlı araştırma yapan kişiler bloglarımızdan faydalanırlar:)
Yerel lezzetler için Babür'ün bloğu:
http://yemeginseyri.blogspot.gr/
Limanlar,rüzgarlar gibi teknik detaylar için Kaptan Nihan'ın Bloğu:
http://avantininseyirdefteri.blogspot.gr/
Patmos'ta görüşmek üzere...
Leros'tan enstanteneler:
Her çıkışın bir inişi var tabii...Dün gece içtiğimiz soğuk şaraplar,orsadan gelen rüzgar ve kocaman dalgalar sabah bizi mahvetti.Detaya girmiyorum,özellikle Babür ve benim için bitmek bilmedi o üç saat..En son başüstünde kendimden geçmişim,gözümü açtığımda Leros Marina'daydık:)
Leros marina ile ilgili detayları Nihan'ın blogunda bulabilirsiniz,(http://avantininseyirdefteri.blogspot.gr/ ) ben hiç beğenmedim.Tuvaletler uzak,yerleşime uzak..Zaten su,elektirik ve Babür'le benim son nefesimizi huzurla vermemiz için girmiştik aslında:)Bir gün kalıp hemen karşı tarafındaki Lakki Marina'ya geçtik.Girdiğimiz her marinada, tekne boyutu gibi kendi belirledikleri standartlara göre bir fiyat ödüyoruz tabii..Kıyaslayınca Lakki Marina'yı daha çok beğendik,hem daha ucuz hemde daha pratik...
Vakit kaybetmeden,hemen araba kiralama faslına geçtik.Bu sefer arabamız Hyundai i10,£25du.Babamlar araba kiralayana kadar,hemen açtım haritaları,kitapları ve ada içi rotamızı belirledim.Bu sefer elimizde Leros belediyesinin verdiği kitapçıkta vardı.Belki de ondan,aradığımız her yeri bulduk bu sefer:)
Leros,Artemis'in adası olarak geçiyor.Zamanında bir tanrıça'ya tapınmış olan yerliler,hala evlerini kadınların üstüne yapıyorlarmış.Adada dikkat çeken diğer bir unsur da,1912 İtalyan-Türk savaşından itibaren 30 küsur sene İtalyan işgalinde kalmış olması.Bu yüzden bir zamanlar Mussolini'nin yazlık ikametgahı olarak kullanılmış binada dahil olmak üzere, silindirik cepheleri ve devasa dikdörtgen pencereleri, kapıları ile göze çarpan bir çok art deco tarzı bina var etrafta...Küçük bir detay;eski merkez olarak geçen ve bizimde bağlı bulunduğumuz liman olan Lakki,Akdeniz'in en büyük doğal limanıymış.
Adanın solundan başlıyoruz keşfe,ilk hedefimiz Gourna Koyu ve Ag.İsidoros kilisesi...Kıyıya yakın bir adanın üstünde konumlandırılmış bu minik kiliseye,dar bir beton yoldan yürüyerek geçiyorsunuz,içi bildiğiniz kilise..
-Ag.Isidorus-
Sonra adanın kuzey ucu Partheni'ye devam ediyoruz..Adanın küçük ve denize sıfır havalimanı burada yer alıyor.Herhalde bir zamanlar muhteşem olan Artemis Tapınağı da burada fakat geriye pek az şey kalmış.Bu arada adaya haritadan baktığınızda kocaman bir ada gibi ama aslında, yerleşim bölgeleri birbirine çok yakın.5-10 dakika'da bir bölgeden diğerine geçebiliyorsunuz.
Ana yol adayı çerçevelemiyor,aynı yoldan geri dönerek adanın şu andaki merkezi olan Platanos,Pentelli'ye varıyoruz.Platanos'un yüksek tepesinde,görkemli Leros Kalesi(Bakire Meryem Kalesi'de deniyor)yer alıyor.Kale, aşağıdan muhteşem gözüküyor fakat ulaşmanın tek yolu merdivenler gibi..Hayatta o merdivenleri çıkmam derken, Kastro işaretlerini takip ederek yanına kadar giriyoruz.11.ci yy'da Bizans imparatoru Komninos tarafından inşaa ettirilen kale sonradan Rhodos şövalyeleri tarafından yenileniyor.Kalenin içerisinde ,Kalenin Meryem Anası kilisesi yer alıyor.Kilisede İsa'nın göğe yükselişi,doğumu,Meryem ana gibi bir çok muhteşem ikona var.Turizm rehberliği mezunu olarak,ikonaları Nihan'a açıklarken içimden övünüyorum kendi kendime :)
-Kaleden manzara-
-Kalenin Meryem Anası Kilisesinden ikonalar-
Platonos, Agia Marina ve Panteli bir birine inanılmaz yakın.Nerenin neresi olduğunu muhteşem hafızama rağmen söyleyemiyorum maalesef:)Bu arada yerleşim bölgeleri haritada başka,işaret tabelalarında başka geçebiliyor.Bir- iki harf oynasada, zorlayıcı bir durum.Bunun sebebi; çoğu işaretin eski oluşuymuş.Mesela haritada Pandeli,kitapçıkta Panteli,tabela da ise Pentelli geçiyor.Yine de bu üç bölge adanın en güzel yerleri,görmeden gitmeyin..Plaja sıralanmış sevimli restoranlar,kafeler ve Leros'un yerel tatlılarını ve ev yapımı şaraplarını satan Sweet Leros dükkanıda burada.Akşam yemeğini burada yemeğe karar veriyoruz fakat turumuzu tamamlamak için adanın güney ucu Xirocambos'a devam ediyoruz..
-Sweet Leros Tatlıcısı'nın tabelası-
-Agia Marina'da yürüyüş-
Xirocambos Kalymnos'a en yakın uç,feribotlarda buradan kalkıyor.Şehir içine otobüslerle ulaşabiliyorsunuz..Görecek fazla şey yok ama görmezsek meraktan ölürüz,turumuzu tamamlamış olmanın verdiği huzur içerisinde Pentelli'ye dönüyoruz..
-Solda merkez Platonos,sağda konakladığımız Lakki limanı-
Pentelli'de gözümüze hoş gelen bir restoran seçiyoruz.Diğer adalardada yerlilerle konuştuğumuz zaman, Yunanistan'da yerel bir kanalda yayınlanan türk dizilerini çok sevdiklerini söylemişlerdi.Bu restorandakilerde 'Fatmagül'ün suçu ne' hayranı çıkıyor..Dizi burada yaz tatili için ara vermiş,sonunu çok merak ediyorlamış.İnanılmaz tatlı bir adam olan restoran sahibi bize kiralık stüdyolarindan birisini ücretsiz vermeyi,karşılığında da internetten onunla birlikte Fatmagül izleyip çeviri yapmamızı istiyor:)
Bölgede çeşitli yerel lezzetler var.Acayip tuzlu olan ve sadece yemeklerde kullanılan Mytzithra peyniri ya da tuzlu uskumru ve sardalya gibi...Eskiden yerliler satamadıkları balıkları bozulmadan tutmanın bir yolunu aramışlar. Buzdolabı gibi modern eşyalar henüz keşfedilmemiş olduğundan balıkları tuzda pişirme tekniklerini geliştirmişler.Leros'lular tuzda uskumru'nun(Salted Spanish Mackerel) en iyi ouzo mezesi olduğunu söylüyorlar.Bizde menüde mackerel görünce, hemen sipariş verdik tabii!£4,5ya küçücük tabakta bir tane uskumru geldi.Meze olduğu için bu şekilde servis edilirmiş ama gerçekten çok lezzetliydi...
-Kale yolunda eski yeldeğirmenleri-
Leros serin rüzgarlar esen bir ada.Yemek yerken üşüyünce,arabadan üstümüze örtünecek bir şeyler almaya gittik Nihan'la.Yolda bir çift bizi durdurup, ingilizce olarak şehrin merkezi nerede gibi sorular sordular.Bizde anlatmaya çalışıyoruz ama yer isimleri birbirine çok benziyor..Adanın kuzeyi Partheni,doğusu Parteli..Baktım karışıyor,konuşma arasında Nihan'a dönüp yarı türkçe yarı ingilizce 'Map getirsene arabadan' dememle,kadın 'Aaa!Türk müsünüz?' dedi, sonrasında gülmekten konuşamadık zaten.Koca adada Türkler birbirini bul,sanki biz adanın yerlisiymişiz gibi bize yol sor,bir de çat pat ingilizce anlaşmaya çalışalım...Gecenin olayı bu oldu zaten :)
Ertesi gün görmediğimiz bir tek meşhur savaş müzesi(War Museum,Tunnel of Merikia)kalmıştı.Çok ilginç olan bu tüneli, görmeden adadan ayrılmadığımız için çok memnun kaldık.Oldukça uzun olan tünellerin sadece bir kısmı gezmek için ayrılmış olsada,enterasan olan hala sapasağlam olması.O zamandan bu zamana hiç yenileme ihtiyacı duymamışlar...Tüneller Alman'lar 12 adayı ele geçirmeye çalışırken,İtalyanlar tarafından inşaa edilmiş.Savaşın en yoğun bölgesi Leros'muş.Bombardıman aralıksız üç gün sürmüş ve Nazilerin kazanması ile sona ermiş.Savaş sırasında merkez olarak Panteli limanını kullanıldığı için,malzemeleri sağlama almak için tünelleri adanın diğer tarafına inşaa etmişler.Bugün, tüneller başarılı bir müzeye dönüştürülmüş.İçinde savaştan kalan bir sürü eşya sergileniyor.Turunuz sona erdiğinde de küçük bir odada oturup , savaşla ilgili bir belgesel izleyebiliyorsunuz...
-Tünelden bir kare-
-Sergide bulduğumuz,üstünde türkçe yazılar olan bir pusula-
Bu yazıları o kadar emek verip yazıyoruz,kim okuyor bilinmez..Biz rotamızı çizerken internet ve kitaplardan faydalandık tabii ki ama istediğimiz gibi detaylı bilgiler bulamadık..Umarız,ister bilgilenmek amaçlı, ister bizim gibi buraları ziyaret amaçlı araştırma yapan kişiler bloglarımızdan faydalanırlar:)
Yerel lezzetler için Babür'ün bloğu:
http://yemeginseyri.blogspot.gr/
Limanlar,rüzgarlar gibi teknik detaylar için Kaptan Nihan'ın Bloğu:
http://avantininseyirdefteri.blogspot.gr/
Patmos'ta görüşmek üzere...
Leros'tan enstanteneler:
3 Temmuz 2013 Çarşamba
Kalymnos'ta süngercilik
Annem ve Nihan'la Papachatzis'in dükkanında süngerleri mıncıklarken, tesadüfen yabancı bir grup geldi.Rehber sünger ve süngercilik hakkında grubu bilgilendirirken bizde engin bilgisinden faydalandık.Aklımda kalanları ayrı bir bölümde anlatmak istedim...
Süngerciliğin izini antik Yunan'a kadar sürebilirmişsiniz.Kos gibi şehirler tarımcılıkla geçinirken,kuru ikliminden dolayı verimsiz topraklara sahip Kalymnos'ta ise süngercilik yapılırmış.Zamanında sünger avı için adalar toplamında 400 tekne denize çıkarsa bunlardan en az 300'ü Kalymnos'tan olurmuş.
Av için Pothea Limanından ayrılan tekneleri avcıların eşleri,anneleri bembeyaz eşarpları ile uğurlarmış.Haftalar,bazen de aylar sürermiş avlar.Ege Denizi'nden Mısır'a kadar uzanırmış rotaları..
Avcılar hiç bir ekipman olmadan çıplak ya da sadece bir şortla,dibe batmak için bellerine kayalar bağlayarak ve bir ipe tutunarak ararlarmış süngerleri.Nefeslerini dakikalarca tutarak sepetlerini doldurana kadar kalırlarmış denizde.Temizlenmemiş hali siyah kayalara benzeyen süngerleri bağlı oldukları kayalardan bıçaklarla kesip,bellerine bağlı sepetlerine koyarlarmış.Sepet dolunca kayaların ipini kesip,diğer ipe asılarak belki son nefesiyle bir gayret yüzeye..
Sünger akıllı mikroorganizmaların bir araya gelerek oluşturduğu bir canlı.Yakınında ne varsa bazen kayalar,bazen mercanları taklit edermiş.Zira 12-20 metreden toplanan süngerler genelde yakınlarında bulundukları kayalara,daha derinlerden toplanan büyük süngerler mercanlara benziyor.
Bu arada teknedekilerde boş durmuyor tabii..Denizden çıkan o an için siyah ve yumuşak olan süngerleri ayaklarıyla üzümün suyunu çıkarır gibi eziyorlar."Sağma"denilen bu işlem içindeki kötü kokulu canlı organizmanın çıkmasını sağlıyor.Bu işlem iplere dizilen süngerler teknenin arkasından denize salınıp iyice temizlenmesiyle devam ediyor.İyice temizlenen süngerler kurumak üzere teknenin üstüne asılıyor.Gerisi güneş ve rüzgarın işi..
Çok zor şartlarda gerçekleştirilen bu seferler sonrasında,limanda bekleyen beyaz eşarplı kadınların çoğu eşarplarını siyaha çeviriyorlarmış.Belki hastalıklardan,çoğu zaman derinlik sarhoşluğundan erkeklerinin mezarları derin sular olurmuş...Daha sonra bir hortum aracılığıyla dalgıca yüzeyden hava basılan, "nargile" sistemi geliyor gündeme.Çok pratik olmasada günümüzde zaman zaman hala kullanılan bu sistem 1940'lı yıllarda yerini regülatör yani tüple dalışa bırakıyor.Dalgıça bir yere bağlı kalmadan su altında dolaşma özgürlüğü veren bu sistem artık avcıların bir numaralı tercihi..
Dalgıçların dükkanlara getirdikleri siyah yüzeyli süngerler,burada da türlü işlemlerden geçiyorlar.İlk önce üstündeki taşlar kırılsın diye bir saat kadar asitte bekletiyorlar.Daha sonra bahçe makasına benzeyen koca makaslarla kırpma ve şekillendirme başlıyor.Makbul olan natürel yani kahverengimsi sünger.Yine de krem renkli süngerler genelde daha fazla tercih ediliyormuş.Beyazlatma için süngerleri ilk önce potasyum çözeltisinde bekletiyorlar.Çözeltiden kırmızımsı renk çıkan süngerler bu sefer bir çeşit asitte,en sonda suda bekletiliyor ve akça pakça olup satışa hazır hale geliyor...
Başta kozmetik olmak üzere bir çok alanda kullanılan ve aslında büyük bir pazara sahip alan natürel süngercilik,ucuz olması açısından bir çok alanda yerini yapay süngerlere bıraksada,hem dekoratif hem de kullanım açısından bilinçli insanlar tarafından hala tercih ediliyor.Dekoratif sünger evinize koyduğunuzda kötü kokuları ve sigara dumanını çekme özelliğine sahip.Duşta kullanmayı tercih ederseniz,iyi baktığınızda(nemli bırakmayın ve mutlaka durulayın) en az on sene kullanılabiliyor.
Bodrum'da aslında sünger avcılığı yapılan başlıca yerlerden birisiymiş, hatta buradaki dükkan sahipleri stokları azaldığında Bodrum'daki süngercilerden alış veriş yaparlarmış ama kaç senedir yazlarımı orada geçirmeme rağmen buradaki kadar dikkatimi çekmemişti.Belki de burada turist olduğum içindir:)
Zamanında 300 küsur botla çıkılan bu seferler artık neredeyse 10 tekneye kadar düşmüş.Artık daha konforlu ve güvenli olan avcılığı, okullarla yaygınlaştırmaya çalışsalar
da,gençler başka alanlara yöneliyormuş.Mesela limanın arka sokaklarında ki minik,sevimli fakat terkedilmiş evlerin sahiplerinin çoğu inşaat gibi alanlarda çalışmak üzere Avusturalya'ya göç etmiş.Bugünlerde kötü olan ekonomileri de herhalde üstüne tüy dikmiş olmalı..
Yine de Kalymnos'ta bir sürü sünger dükkanı bulabilirsiniz.Her kalite ve keseye göre seçenekler bulunuyor...
Süngerciliğin izini antik Yunan'a kadar sürebilirmişsiniz.Kos gibi şehirler tarımcılıkla geçinirken,kuru ikliminden dolayı verimsiz topraklara sahip Kalymnos'ta ise süngercilik yapılırmış.Zamanında sünger avı için adalar toplamında 400 tekne denize çıkarsa bunlardan en az 300'ü Kalymnos'tan olurmuş.
Av için Pothea Limanından ayrılan tekneleri avcıların eşleri,anneleri bembeyaz eşarpları ile uğurlarmış.Haftalar,bazen de aylar sürermiş avlar.Ege Denizi'nden Mısır'a kadar uzanırmış rotaları..
Avcılar hiç bir ekipman olmadan çıplak ya da sadece bir şortla,dibe batmak için bellerine kayalar bağlayarak ve bir ipe tutunarak ararlarmış süngerleri.Nefeslerini dakikalarca tutarak sepetlerini doldurana kadar kalırlarmış denizde.Temizlenmemiş hali siyah kayalara benzeyen süngerleri bağlı oldukları kayalardan bıçaklarla kesip,bellerine bağlı sepetlerine koyarlarmış.Sepet dolunca kayaların ipini kesip,diğer ipe asılarak belki son nefesiyle bir gayret yüzeye..
Sünger akıllı mikroorganizmaların bir araya gelerek oluşturduğu bir canlı.Yakınında ne varsa bazen kayalar,bazen mercanları taklit edermiş.Zira 12-20 metreden toplanan süngerler genelde yakınlarında bulundukları kayalara,daha derinlerden toplanan büyük süngerler mercanlara benziyor.
Bu arada teknedekilerde boş durmuyor tabii..Denizden çıkan o an için siyah ve yumuşak olan süngerleri ayaklarıyla üzümün suyunu çıkarır gibi eziyorlar."Sağma"denilen bu işlem içindeki kötü kokulu canlı organizmanın çıkmasını sağlıyor.Bu işlem iplere dizilen süngerler teknenin arkasından denize salınıp iyice temizlenmesiyle devam ediyor.İyice temizlenen süngerler kurumak üzere teknenin üstüne asılıyor.Gerisi güneş ve rüzgarın işi..
Çok zor şartlarda gerçekleştirilen bu seferler sonrasında,limanda bekleyen beyaz eşarplı kadınların çoğu eşarplarını siyaha çeviriyorlarmış.Belki hastalıklardan,çoğu zaman derinlik sarhoşluğundan erkeklerinin mezarları derin sular olurmuş...Daha sonra bir hortum aracılığıyla dalgıca yüzeyden hava basılan, "nargile" sistemi geliyor gündeme.Çok pratik olmasada günümüzde zaman zaman hala kullanılan bu sistem 1940'lı yıllarda yerini regülatör yani tüple dalışa bırakıyor.Dalgıça bir yere bağlı kalmadan su altında dolaşma özgürlüğü veren bu sistem artık avcıların bir numaralı tercihi..
Dalgıçların dükkanlara getirdikleri siyah yüzeyli süngerler,burada da türlü işlemlerden geçiyorlar.İlk önce üstündeki taşlar kırılsın diye bir saat kadar asitte bekletiyorlar.Daha sonra bahçe makasına benzeyen koca makaslarla kırpma ve şekillendirme başlıyor.Makbul olan natürel yani kahverengimsi sünger.Yine de krem renkli süngerler genelde daha fazla tercih ediliyormuş.Beyazlatma için süngerleri ilk önce potasyum çözeltisinde bekletiyorlar.Çözeltiden kırmızımsı renk çıkan süngerler bu sefer bir çeşit asitte,en sonda suda bekletiliyor ve akça pakça olup satışa hazır hale geliyor...
Başta kozmetik olmak üzere bir çok alanda kullanılan ve aslında büyük bir pazara sahip alan natürel süngercilik,ucuz olması açısından bir çok alanda yerini yapay süngerlere bıraksada,hem dekoratif hem de kullanım açısından bilinçli insanlar tarafından hala tercih ediliyor.Dekoratif sünger evinize koyduğunuzda kötü kokuları ve sigara dumanını çekme özelliğine sahip.Duşta kullanmayı tercih ederseniz,iyi baktığınızda(nemli bırakmayın ve mutlaka durulayın) en az on sene kullanılabiliyor.
Bodrum'da aslında sünger avcılığı yapılan başlıca yerlerden birisiymiş, hatta buradaki dükkan sahipleri stokları azaldığında Bodrum'daki süngercilerden alış veriş yaparlarmış ama kaç senedir yazlarımı orada geçirmeme rağmen buradaki kadar dikkatimi çekmemişti.Belki de burada turist olduğum içindir:)
Zamanında 300 küsur botla çıkılan bu seferler artık neredeyse 10 tekneye kadar düşmüş.Artık daha konforlu ve güvenli olan avcılığı, okullarla yaygınlaştırmaya çalışsalar
da,gençler başka alanlara yöneliyormuş.Mesela limanın arka sokaklarında ki minik,sevimli fakat terkedilmiş evlerin sahiplerinin çoğu inşaat gibi alanlarda çalışmak üzere Avusturalya'ya göç etmiş.Bugünlerde kötü olan ekonomileri de herhalde üstüne tüy dikmiş olmalı..
Yine de Kalymnos'ta bir sürü sünger dükkanı bulabilirsiniz.Her kalite ve keseye göre seçenekler bulunuyor...
Kalymnos'ta geçiyor günler..
-Kalymnos'un merkezi Pothea'ya genel bakış-
Açık denizdeki fırtınanın geçmesini beklediğimiz için, dört gündür 12 adanın en büyük limanına sahip olan Kalymnos'un merkezi Pothea'da bağlıyız.Günlerimiz küçük yürüyüşlerle,yakın plajlarda yüzmekle geçiyor genelde.Bisikletle ya da yürüyerek adaların en fazla liman ve etrafını keşfedebiliyoruz.Bu yüzden araba kiraladığımız zamanlar en verimli geçirdiğimiz zamanlar oluyor.
Bu sabah bir türlü kendimize gelemedik.Sürekli rüzgar esmesi aslında güzel,sıcağın etkisini azaltıyor fakat bir yandan da sersemletiyor.Uyandım ama kalkmak istemedim,ben uyandım babam yattı toparlanamadık.Sonunda araba kiralamaya karar verdik.Kos'ta bisiklet yollarının güzelliğinden bahsetmiştim zaten Yunanlar "bisiklet cenneti"derlermiş.Genel olarak düz bir ada olduğu için çok zorlanmadan gezebiliyorsunuz.Kalymnos biraz daha yokuşlu dolayısıyla çok fazla motor ve küçük araba var.Bizim günlüğü €35'e kiraladığımız arabamız Suzuki Splash'tı.Yayılamasakta sığdık:)
Dost Yayınlarının Yunan Adaları kitabını baz alarak çizdiğim rotamıza göre ilk hedefimiz Efta Parthenes yani Yedi Bakire Mağarasıydı fakat sora sora bile bulamadık.Zaten sonradan bir taksiciden öğrendiğimize göre kapalıymış ve görmeye değer hiç bir şey yokmuş.Bu arada tesadüfen ikinci durağımız olan Pera Kastro Hisarını bulduk.Oldukça dik basamakları olan hisara resmen birisinin bahçesinden geçip çıkılıyor.Bulamadık deyip dönmeyin yani:)Hisarı bir Osmanlı saldırısında sağlamlaştırmışlar,içerisinde yer alan köyde 11.ci yüzyıldan 18.ci yüzyıla kadar yaşam varmış.Ben kendimi zorlayıp çıkmadım ama ne amaçla çıktığına bağlı olarak belki çıktığına değer dedi Babür..
-Pera Kastro Hisarı-
Sonra adanın doğusunda ,Telendos adasının karşısında kalan Myrties'e devam ettik.Duyduğuma göre Myrties'ten botla Telendos adasına geçilebiliyormuş.
Yolda dalgalı ama berrak bir denizi olan Arginoon'da yüzme molası verdik.Arginoon'da sadece küçücük bir büfe tarzı yer var.Hoş bir sahil,sıcak bir deniz...
-Arginoon Plajı-
Oradan adanın en uç kısmı olan Emporios'a vardık.Emporios'ta geniş bir sahil,kiralık stüdyolar,restoranlar ve tepede hoş bir kilise var.Alargada bir çok tekne var fakat konum itibariyle çok rüzgar alıyor dolayısıyla bağlanmak için çok sağlıklı bir yer olduğunu düşünmüyorum.Sahilde "Early Christian Baths"diye bir işaret vardı,yine kapalı olan yerlerden biri..
-Emporios-
Belki yol devam ediyordur diye adanın diğer tarafına döndük,bir tavernanın bulunduğu plajda bitiyormuş.
Geri dönüp bu sefer bir alt yoldan devam ettik ve turistlerin uğrak durağı Masouri'ye geldik.Burada çok fazla bar,restoran ve minik oteller var.En az liman bölgesi Pothea kadar hareketli bir bölge.
Sonraki durağımız, bağlandığımız yerden görebildiğimiz,dev haçın yanında konumlanmış St.Savvas Manastırıydı ve şehrin içinden itibaren konumlandırılmış okları takip ederek bulabildiğimiz en kolay yer oldu.İngilizcesi "saint"olan "aziz" kelimesi, yunancada "agios"olarak geçiyor.Bu yüzden Ag.Savvas tabelalarını takip etmelisiniz.
-Ag. Savvas önünde kralık minik arabamız-
Her şeyden önce limana hakim manzarası ile etkileyen manastırın içide harika.İç kısmında Aziz Savvas'ın iyileştirici gücü ile bilinen mezar odası,üç katlı muhteşem bir çan kulesi ve bir çok sevimli küçük evcikler var.
Manastırdan çıkıp aynı yolu takip ettiğinizde ise Vlyhadia koyuna ulaşıyorsunuz.Bu sevimli sahile ulaştığımızda hava kararmıştı,ertesi sabah arabayı teslim etmeden önce uğramak üzere teknemize geri döndük.
Ertesi gün kahvaltı ettiğimiz gibi Vlyhadia'ya gittik. Yunan denizlerinin çoğu gibi suyu aşırı tuzlu fakat berraktı.
Yarın hareket etmeye karar verdiğimiz için,yapılacaklar listemizin üstünü çizmeye başladık.Sünger alışverişini en sona bıraktığımız için koştura koştura sünger dükkanlarını gezdik ve tercihimiz Papachatzis'in sünger dükkanı oldu.Dükkanın sahibi Afrodite'in hem kendisi hem muhabbeti çok tatlı.Fiyattada güzel bir indirim yaptı.Babür'ün Fransa'da keşfettiği,Kos'ta Dolphin Meydanındaki pahalı fakat ürün yelpazesi geniş City Market'tede bulduğumuz Le Petit Marseillais'lardan almaya gittik.(Burada limanın kuzeyindeki Bidalhs markette satılıyorlar)Burnumuzun dibinde olan fakat günlerdir kapalı olduğundan gezemediğimiz pembemsi rengi ve gümüş kubbesi ile dikkat çeken Agios Khristos(Kutsal İsa) katedralini gezdik.Sırf tavanlardaki mavinin rengini görmek için bile gitmeye değermiş..
-Kutsal İsa Katedrali-
-Masmavi kubbe-
-Kutsal İsa Kt.'de Ag.Savvas resmi,arkada manastır ve üç katlı çan kulesi-
1 Temmuz 2013 Pazartesi
Kaldığımız yerden devam-Kalimnos
Bodrum'da bir kaç gün kalıp eksiklerimizi hallettikten sonra dün sabah Kalimnos-Vathi'ye doğru yola çıktık.Vathi Yunanca "vadi"anlamına geliyor.Kos'ta gezerken Vathi'nin tekne gezilerinin başlıca durağı olduğunu duymuştuk.Bizde merak içinde geldik.
Vathi koyunun icinde minicik Rina köyü yer aliyor. Köy on kadar restaurant,bir market ve bir kaç sünger dükkanindan ibaret.Yüzmek için koyun girisinde bir havuz oluşturmuşlar.Bu sevimli yerde sadece bir gece kaldik.Zaten yettide artti,doğal bir güzelliği olmasına rağmen gezilecek fazla bir yeri yok.Kalimnos'a doğru yola çıktık.
Kalimnos daha limanin girisinde etkiliyor insani.Municipal(belediye)Limana bağlanirken bizi bir görevli karşıladı.Belgelerimizi sordu.Yunan transiglogunu(Tekne'nin pasaport vizesi gibi bir sey)buradan almak niyetinde oldugumuzu soyleyince bizi burada ki bir ajansa yonlendirdi.Kalymna Yatching Club'in muduru Vasilis hem cok tatli hemde cok bilgili biri.Turgutreis yat yarislarida dahil olmak uzere bir suru yarismanin organizasyonunda gorev almakla beraber, kendiside yelken sevdalisiymis.
Limana baglandigimizda hepimize bir yorgunluk coktu.Halbuki,motorla cokta sarsilmadan rahatca gelmistik.Hepimiz teknenin bir yerine yatip uyumusuz.Uyaninca turistlerin olmazsa olmazi,sicakta sefil bir halde sehir gezme turumuzu attik hemen.
-Heykeltraşlar Irene ve Mikhalis Kokkinos tarafından adaya bağışlanan 43 eserden biri-
Limana bagli bulundugumuz bolge olan Pontia daracik sokaklarda sevimli kucuk evlerden olusuyor.Basta limanin tepesinde goze carpan St.Savvas Manastiri olmak uzere adada daha gezilecek cok yer var.Onlarida gordukce sizlerle paylasirim artik..
Kalimnos'un arka sokakları:
25 Haziran 2013 Salı
Kos'ta Altı Gün..
Denize git,gez,teknede sallana sallana uyu,günler o kadar hızlı geçti ki,ilk günlerden bloğumu ihmal ettim:)Aldığım notlarla kısa(!)bir özet geçeyim..
İkinci Gün;
Dün gece yaptığımız kısa yürüyüşte keşfettiğimiz,belediye limanının sağ tarafında bulunan plaja gittik.Plaja bir sürü restoran şezlonglar atmış.Bir şeyler yiyip içerseniz şezlonglar ücretsiz.Limana göre ilk restoran olduğu için Dytaki'yi tercih ettik.Sıcaklık olarak değil ama(Yahşi'nin denizi çok soğuk) temizlik ve berraklık arasından bizim tarafı aratan denizde gün boyu oyalandık.Akşam yemeği vakti geldiğinde,yine dün akşam keşfettiğimiz bir restoran olan Diagora meydanındaki Family Zorba's 'ta yemek yedik.Buharda midye müthişti.Ben bile beğendim.Ben bile beğendiysem,herkes beğenebilir zira yemekte aşırı seçiciyimdir:)
Üçüncü Gün:
Yine plajda geçirilen uzuuun bir gündü.Gündüzleri gezmek için çok sıcak,zaten dükkanlarda tek tük açık.Bu sefer denize girdiğimiz Dytaki'de bir şeyler yemeyi tercih ettik.Ben yan masada yenen ve müthiş kokan balığı parmağımla göstererek sipariş ettim ki,kendisi kızarmış gavros,yani bildiğimiz hamsiymiş.Annemse değişik bir şeyler yemek istediğinden buranın ünlü güneşte kurutulmuş ahtopotundan sipariş verdi.Çok lezzetli olmasına rağmen kemer yemek gibi bir histi çünkü kuruttuktan sonra başka bir işlem yapmadan servis ediyorlar.
Bu arada turistler bizim misafirperverliğimize gerçekten kurban olsunlar.Bizde üç gün üst üste bir yere gitsen,hatta üç gün gitmene gerek yok,ilk defa gitmiş olsan bile hemen çay ya da kahve ikram edilir,göstermelikte olsa bir indirim yapılır.Karşılamaları çok sıcak olsada,Dytaki'de ki Yorgis beni şoka soktu ve "Buraya çok geldiniz,yarında gelinde size kahve ısmarlayayım"dedi.Şaka gibi:)
Dördüncü Gün:
Sonunda araba kiralayabildik!
Bir önceki yazımda söylemiştim,adada genelde küçük arabalar tercih ediliyor diye..Beşimizin sığabileceği büyüklükte bir araba bulabilmek için babam ve Babür bayağı yürümüşler.Avis'ten Passat arabımızı tam kapsamlı sigorta dahil €64'e kiralamışlar.Yarım kapsamlı sigorta ise €53müş.
Haritamız elimizde,ilk durağımız Asklipio oldu.Burası tıbbln doğuş noktası olarak bilinen,dünyanın ilk hastanesinin,ilk tıp okulunun bulunduğu yer.Tıbbln babası sayılan,tüm buraların kurulmasına ön ayak olmuş kişi ise Kos'ta dünyaya gözlerini açmış olan Hipokrat.İlk önce bir vakfın kurduğu müzenin içerisinde yer alan Hipokrat'ın bahçesini gezdik.İlk bakışta biraz derbeder gözüken bahçede her türlü bitki etiketli olarak yetişmekte.Bunlardan benim tanıdıklarım; müthiş kokan lavanta,kekik ve limon ağaçları..
Bahçenin yakınında bulunan kalıntıların,hamamın olduğu tarihi açık hava müzesine de gittik ama dışardan göz atmamızın bize yettiğini düşünerek içeri girmedik.Girmeyi düşünenler için ücret €3.
Sonraki durağımız tatlı bir dağ kasabası olan Zia oldu .Bence kesinlikle görülmesi gerek bir yer.Öncelikle adaya tepeden bakan manzara müthiş.Çok sayıda ucuz hediyelik eşya dükkanları var.Zeytin ağacından yapılma mutfak malzemeleri harika ve hafif zeytin kokuyorlar.Ayrıca Zia'nın restoranları meşhur aralarında ödüllü restoranlarda var.Sadece bir şeyler atıştırmak amacıyla musakka yedik,lezzetliydi.Yemeği çok seven ama sadece yediğimi beğenme derdinde bir insan olduğum için bu tarz lezzetleri pek tarif edemiyorum,kusuruma bakmayın:)
Adanın diğer ucunda bulunan Kefalos sahili ise şahsımca hayal kırıklığı oldu.Boştu ve bakımsızdı.
(Sonradan öğrendiğime göre Yunanistan'daki kötü ekonomi bir sürü insanın işten çıkarılmasına sebep olmuş.Bu yüzden etrafta hiç polis yoktu,genel olarak biraz bakımsızlık vardı.Allah'tan yeterli sayıda çöpçü bırakmışlar,çöpler her sabah saatinde toplanıyordu.)Denize girdiğimiz yerin karşısında yüzerek gidilen bir ada,üstünde de minicik bir kilise vardı.Akıntıyla beraber yüzerek gittik.Çıplak ayak olduğumuzdan bin bir zorlukla tırmandık.Kilisenin kapalı olması hayal kırıklığı yaratınca ,duvarda asılı olan çanı çalmak hoş bir teselli oldu benim için :)
Bir restorandan aldığım dandik haritada gösterilen Aspri Petra Mağarasına gidelim diye tutturdum.Zaten klostorofobiğim,ne yapacaksam mağarada:)Okları takip ede ede bayağı gittik.Sanırım kışın bir heyelan olmuş,zaten bozuk olan yollarda kocaman yarıklar vardı.O kadar yol gitmemize rağmen,baka baka geri dönük.Eğer olurda bir gün giderseniz, o mağarada ne varmış lütfen yazın bana:)
Kefalos'a giderken,Dikaios dağında hafifçe tırmandığımız yolda,sahilin hemen dibinde gözüken Alikes gölüne giden oku takip etmeye başladığımızda ise müthiş bir kasaba olan Tygaki'den geçti yolumuz.Ben adaya bir daha gelsem burada kalmak isterim şahsen.Güzel bir plaj,küçük küçük sevimli restoranlar var.Yukarıdan parlak gözüken Alikes gölü ise bataklıktı ve yoğun yosun kokuyordu.Balçıkta yürümeye çalışırken kayıp terliğimi koparmam annemleri güldürsede,beni gayet sinirlendirdi.
Gezerek Kos'un merkezine doğru geri dönerken, görmek istediğimiz bir tek Thermes(termal) kalmıştı,o sıradada gece oldu.Yine de gidip bakalım,güzelse sabah arabayı teslim etmeden gideriz diye gittik.En son ok küçük bir patikayı işaret ediyordu.Termal'e normalde araba ile girilmediğini,isterseniz eşşeğe binilerek gidildiğini duymuştuk.Gece olduğu için bizi neyin beklediğini bilmeden araba ile ilerledik.Kıyıda köşede bir sürü park etmiş araba görünce,herhalde bunlar termalde ölmüş,arabalarıda burada kalmış diye düşündüm.Çünkü gördüğümüz şeyi hiç beklemiyordum..
Şunu belirtmeliyim ki,o gece ay tam dolunaydı.Ay ışığı bir sokak lambası gibi aydınlatıyordu.Kumlarda sarsak sarsak yürüdük ve termal'e ulaştık.Denizden sadece kayalıklarla ayrılmış bir su kaynağı.Kayalıkların açık ucundan deniz suyuda karıştığı için enterasan bir yer..Yani sağ tarafınız haşlanırken,ayağınız üşüyor,sırtınızada kabarcıklı kabarcıklı ılık su vuruyor.Biz tesadüfen gittik ama bir sürü insan yüzünü mehtaba dönmüş,suların içinde sessizce oturarak adeta ayin yapıyorlardı.Gündüz hava sıcakken gitsek belkide beğenmeyeceğimiz bir yer olacak olan termalde,tesadüflerin karşımıza çıkardığı inanılmaz bir sürpriz yaşadık..
Dolu dolu yaşadığımız gün,mis gibi(!) kükürt kokarak(belediye Marina'ya bağlı olduğumuz için suyumuzu idareli kullanmak zorundaydık) Babür'ün Bodrum'dan gelmiş olan arkadaşlarıyla Lampi Beach'teki Mylos isimli bara gitmemiz ile sonlandı.Mylos'a genelde adanın yerlileri gidermiş,anlamıda yeldeğirmeniymiş.Zaten barın ortasında koca bir yel değirmeni vardı.Cumartesi olduğundan oldukça kalabalıktı.
Termalde toksinlerimizi attıktan,Mylos'ta da sabaha kadar dans ederek kurtlarımızı döktükten sonra tamamen arınmış olarak ,huzurla uyuduk.
Beşinci Gün:
"Nilaaaay!" diyen annemin sesiyle huzurlu uykumdan uyandırıldım.Neymiş,babam arabayı teslim edecekmiş,ingilizce konuşmam gerekebilirmiş..Söylenerek ve somurtarak bindim arabaya çünkü dünkü yorgunluğun üstüne iki gün daha uyuyabilirdim.Arabayla yola koyulduk.Bilmeyen yoktur ama araba kiraladığınız zaman depoyu dolu verirler,dolu teslim edersiniz.€30'ya depoyu fulledik.Engin İngilizceme ihtiyaç duyulan araba teslimi babamın "ok?",görevlininde "ok!" diyaloğuyla bitti.Zaten asıl somurtma sebebim olan yürüyerek geri dönme kısmına geçtik.
Bazı eksiklerimizi tamamlamak amacıyla 1-2 günlüğüne rezaletide,insanlığıda içinde barındıran güzeller güzeli ülkemize döndük.Teknenin daracık koltuğunda kolum uyuşarak yattığım altı günden sonra,yumuşacık yatağım...
Bisikletle çıktığım bir gece tesadüfen Agora'da şenlik ateşi ve üstünden atlayan insanlara denk geldim.Yazın gelişini kutlayıp,kötü ruhları kovuyorlarmış...
İkinci Gün;
Dün gece yaptığımız kısa yürüyüşte keşfettiğimiz,belediye limanının sağ tarafında bulunan plaja gittik.Plaja bir sürü restoran şezlonglar atmış.Bir şeyler yiyip içerseniz şezlonglar ücretsiz.Limana göre ilk restoran olduğu için Dytaki'yi tercih ettik.Sıcaklık olarak değil ama(Yahşi'nin denizi çok soğuk) temizlik ve berraklık arasından bizim tarafı aratan denizde gün boyu oyalandık.Akşam yemeği vakti geldiğinde,yine dün akşam keşfettiğimiz bir restoran olan Diagora meydanındaki Family Zorba's 'ta yemek yedik.Buharda midye müthişti.Ben bile beğendim.Ben bile beğendiysem,herkes beğenebilir zira yemekte aşırı seçiciyimdir:)
Üçüncü Gün:
Yine plajda geçirilen uzuuun bir gündü.Gündüzleri gezmek için çok sıcak,zaten dükkanlarda tek tük açık.Bu sefer denize girdiğimiz Dytaki'de bir şeyler yemeyi tercih ettik.Ben yan masada yenen ve müthiş kokan balığı parmağımla göstererek sipariş ettim ki,kendisi kızarmış gavros,yani bildiğimiz hamsiymiş.Annemse değişik bir şeyler yemek istediğinden buranın ünlü güneşte kurutulmuş ahtopotundan sipariş verdi.Çok lezzetli olmasına rağmen kemer yemek gibi bir histi çünkü kuruttuktan sonra başka bir işlem yapmadan servis ediyorlar.
Bu arada turistler bizim misafirperverliğimize gerçekten kurban olsunlar.Bizde üç gün üst üste bir yere gitsen,hatta üç gün gitmene gerek yok,ilk defa gitmiş olsan bile hemen çay ya da kahve ikram edilir,göstermelikte olsa bir indirim yapılır.Karşılamaları çok sıcak olsada,Dytaki'de ki Yorgis beni şoka soktu ve "Buraya çok geldiniz,yarında gelinde size kahve ısmarlayayım"dedi.Şaka gibi:)
Dördüncü Gün:
Sonunda araba kiralayabildik!
Bir önceki yazımda söylemiştim,adada genelde küçük arabalar tercih ediliyor diye..Beşimizin sığabileceği büyüklükte bir araba bulabilmek için babam ve Babür bayağı yürümüşler.Avis'ten Passat arabımızı tam kapsamlı sigorta dahil €64'e kiralamışlar.Yarım kapsamlı sigorta ise €53müş.
Haritamız elimizde,ilk durağımız Asklipio oldu.Burası tıbbln doğuş noktası olarak bilinen,dünyanın ilk hastanesinin,ilk tıp okulunun bulunduğu yer.Tıbbln babası sayılan,tüm buraların kurulmasına ön ayak olmuş kişi ise Kos'ta dünyaya gözlerini açmış olan Hipokrat.İlk önce bir vakfın kurduğu müzenin içerisinde yer alan Hipokrat'ın bahçesini gezdik.İlk bakışta biraz derbeder gözüken bahçede her türlü bitki etiketli olarak yetişmekte.Bunlardan benim tanıdıklarım; müthiş kokan lavanta,kekik ve limon ağaçları..
Bahçenin yakınında bulunan kalıntıların,hamamın olduğu tarihi açık hava müzesine de gittik ama dışardan göz atmamızın bize yettiğini düşünerek içeri girmedik.Girmeyi düşünenler için ücret €3.
Sonraki durağımız tatlı bir dağ kasabası olan Zia oldu .Bence kesinlikle görülmesi gerek bir yer.Öncelikle adaya tepeden bakan manzara müthiş.Çok sayıda ucuz hediyelik eşya dükkanları var.Zeytin ağacından yapılma mutfak malzemeleri harika ve hafif zeytin kokuyorlar.Ayrıca Zia'nın restoranları meşhur aralarında ödüllü restoranlarda var.Sadece bir şeyler atıştırmak amacıyla musakka yedik,lezzetliydi.Yemeği çok seven ama sadece yediğimi beğenme derdinde bir insan olduğum için bu tarz lezzetleri pek tarif edemiyorum,kusuruma bakmayın:)
Adanın diğer ucunda bulunan Kefalos sahili ise şahsımca hayal kırıklığı oldu.Boştu ve bakımsızdı.
(Sonradan öğrendiğime göre Yunanistan'daki kötü ekonomi bir sürü insanın işten çıkarılmasına sebep olmuş.Bu yüzden etrafta hiç polis yoktu,genel olarak biraz bakımsızlık vardı.Allah'tan yeterli sayıda çöpçü bırakmışlar,çöpler her sabah saatinde toplanıyordu.)Denize girdiğimiz yerin karşısında yüzerek gidilen bir ada,üstünde de minicik bir kilise vardı.Akıntıyla beraber yüzerek gittik.Çıplak ayak olduğumuzdan bin bir zorlukla tırmandık.Kilisenin kapalı olması hayal kırıklığı yaratınca ,duvarda asılı olan çanı çalmak hoş bir teselli oldu benim için :)
Bir restorandan aldığım dandik haritada gösterilen Aspri Petra Mağarasına gidelim diye tutturdum.Zaten klostorofobiğim,ne yapacaksam mağarada:)Okları takip ede ede bayağı gittik.Sanırım kışın bir heyelan olmuş,zaten bozuk olan yollarda kocaman yarıklar vardı.O kadar yol gitmemize rağmen,baka baka geri dönük.Eğer olurda bir gün giderseniz, o mağarada ne varmış lütfen yazın bana:)
Kefalos'a giderken,Dikaios dağında hafifçe tırmandığımız yolda,sahilin hemen dibinde gözüken Alikes gölüne giden oku takip etmeye başladığımızda ise müthiş bir kasaba olan Tygaki'den geçti yolumuz.Ben adaya bir daha gelsem burada kalmak isterim şahsen.Güzel bir plaj,küçük küçük sevimli restoranlar var.Yukarıdan parlak gözüken Alikes gölü ise bataklıktı ve yoğun yosun kokuyordu.Balçıkta yürümeye çalışırken kayıp terliğimi koparmam annemleri güldürsede,beni gayet sinirlendirdi.
Gezerek Kos'un merkezine doğru geri dönerken, görmek istediğimiz bir tek Thermes(termal) kalmıştı,o sıradada gece oldu.Yine de gidip bakalım,güzelse sabah arabayı teslim etmeden gideriz diye gittik.En son ok küçük bir patikayı işaret ediyordu.Termal'e normalde araba ile girilmediğini,isterseniz eşşeğe binilerek gidildiğini duymuştuk.Gece olduğu için bizi neyin beklediğini bilmeden araba ile ilerledik.Kıyıda köşede bir sürü park etmiş araba görünce,herhalde bunlar termalde ölmüş,arabalarıda burada kalmış diye düşündüm.Çünkü gördüğümüz şeyi hiç beklemiyordum..
Şunu belirtmeliyim ki,o gece ay tam dolunaydı.Ay ışığı bir sokak lambası gibi aydınlatıyordu.Kumlarda sarsak sarsak yürüdük ve termal'e ulaştık.Denizden sadece kayalıklarla ayrılmış bir su kaynağı.Kayalıkların açık ucundan deniz suyuda karıştığı için enterasan bir yer..Yani sağ tarafınız haşlanırken,ayağınız üşüyor,sırtınızada kabarcıklı kabarcıklı ılık su vuruyor.Biz tesadüfen gittik ama bir sürü insan yüzünü mehtaba dönmüş,suların içinde sessizce oturarak adeta ayin yapıyorlardı.Gündüz hava sıcakken gitsek belkide beğenmeyeceğimiz bir yer olacak olan termalde,tesadüflerin karşımıza çıkardığı inanılmaz bir sürpriz yaşadık..
Dolu dolu yaşadığımız gün,mis gibi(!) kükürt kokarak(belediye Marina'ya bağlı olduğumuz için suyumuzu idareli kullanmak zorundaydık) Babür'ün Bodrum'dan gelmiş olan arkadaşlarıyla Lampi Beach'teki Mylos isimli bara gitmemiz ile sonlandı.Mylos'a genelde adanın yerlileri gidermiş,anlamıda yeldeğirmeniymiş.Zaten barın ortasında koca bir yel değirmeni vardı.Cumartesi olduğundan oldukça kalabalıktı.
Termalde toksinlerimizi attıktan,Mylos'ta da sabaha kadar dans ederek kurtlarımızı döktükten sonra tamamen arınmış olarak ,huzurla uyuduk.
Beşinci Gün:
"Nilaaaay!" diyen annemin sesiyle huzurlu uykumdan uyandırıldım.Neymiş,babam arabayı teslim edecekmiş,ingilizce konuşmam gerekebilirmiş..Söylenerek ve somurtarak bindim arabaya çünkü dünkü yorgunluğun üstüne iki gün daha uyuyabilirdim.Arabayla yola koyulduk.Bilmeyen yoktur ama araba kiraladığınız zaman depoyu dolu verirler,dolu teslim edersiniz.€30'ya depoyu fulledik.Engin İngilizceme ihtiyaç duyulan araba teslimi babamın "ok?",görevlininde "ok!" diyaloğuyla bitti.Zaten asıl somurtma sebebim olan yürüyerek geri dönme kısmına geçtik.
Bazı eksiklerimizi tamamlamak amacıyla 1-2 günlüğüne rezaletide,insanlığıda içinde barındıran güzeller güzeli ülkemize döndük.Teknenin daracık koltuğunda kolum uyuşarak yattığım altı günden sonra,yumuşacık yatağım...
Bisikletle çıktığım bir gece tesadüfen Agora'da şenlik ateşi ve üstünden atlayan insanlara denk geldim.Yazın gelişini kutlayıp,kötü ruhları kovuyorlarmış...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)